Yerlileri Asalım (mı?)
Turkcell Süper Liginin ilk yarısı bitmeden, hiç te yabancı olmadığımız ve bitmeyeceğini adımız gibi bildiğimiz bir film yine gösterimde.
Ligin dibinde yer alan, hedeflerini tutturamayan takımlar teknik direktörlerini sürekli değiştiriyorlar. Sezon yarılanmadan üçüncü teknik direktörünü de işbaşına getiren kulüplerimiz bile var.
Günah keçileri sadece teknik direktörler mi? Başarısızlıkların tek suçlusu onlar mı?
Asıl başarısızlık plansız, programsız, hesapsız yönetimlerin eseridir fakat teknik direktörlerin de bu başarısızlıkta payı büyüktür bence.
Yerli teknik direktörlerimizi değerlendirmek istiyorum bu yazımda.
Yıl 1999, 1.ligde onsekiz takımdan onüçünün yerli teknik adamlarla anlaştığı sezonda haftalar ilerledikçe kıyım da başlıyor.
Aksiyon Dergisi’nde Necati KOLA o tarihte şunları soruyor. “Yerliler hakikaten başarılı mı? Takımlar, yerlilere hakikaten güveniyor mu, yoksa moda olduğu için mi görev veriyor? Yerlilere görev verilirken kariyer mi göz önüne alınıyor, yoksa araya soktukları adam mı? Takımların sık sık teknik direktör, teknik direktörlerin de sık sık takım değiştirmesinin sebepleri neler? Antrenör antrenörün kurdu mu? Teknik direktörler arasında etik dışı rekabet mi var? Futbol Federasyonu bütün bunlara göz mü yumuyor?
Türkiye Futbol Antrenörleri Derneği’nin o dönemdeki Adana Şube Başkanı Ali HOŞFİKİRER, ortada bir güvensizlik olduğunu, bunun da meslektaşlarından kaynaklandığını söylüyor. HOŞFİKİRER, yerlilerin sık sık takım değiştirdiklerini belirtip “Antrenör antrenörün kurdu” “Bazıları nöbetçi eczane gibi” diyerek Yılmaz VURAL gibi sık sık takım değiştiren teknik direktörleri eleştiriyor.
Yılmaz VURAL: “Türkiye neyse, kulüpler de o” diyerek ikide bir takım değiştirmenin Türkiye’nin gerçeklerinden kaynaklandığını ileri sürüyor.
Rasim KARA ise yerlilere görev verildiğini ancak güvenilmediğini söylüyor. Yerli teknik direktörlerin günah keçisi gibi görüldüğünü belirten Kara, amatör yöneticiler tarafından ilk fırsatta suçlanıp kapının önüne koyulduklarını ifade ediyor.
Adnan DİNÇER ise şunları söylemiş “Bazıları medyayla iyi ilişki kurup köşe yazısı yazıyor, oradan bir takımın başına geçiyor. Birtakım kişiler de pastadan pay kapabilmek için menajer sıfatıyla antrenör pazarlıyor, kulüplere ucuz adam öneriyor. Bir de siyasilerin birbirlerine tavsiye ettikleri antrenörler göreve geliyor.”
Yukarıdaki satırlarda söylenenler size hiç te yabancı gelmedi değil mi? Durun daha bitmedi.
Aksiyon Dergisinin 673. sayısında (yıl 2007) “Kurtar Bizi Hocam” başlıklı yazısında Behram KILIÇ bakın neler demiş. “Onlar âdeta can simidi. Onlar düşenin dostu. Onlar işlerin kötü gittiği anlarda ortaya çıkan bekçiler. Onlar; kurtarıcı, işleri yola koyucu ve sonrasında ortadan kaybolan Türk futbolunun emanetçileri. Süper Lig’de antrenör kıyımları her yıl olduğu gibi bu yıl da devam ediyor.” “Bu hocaların kaderleri ortak. Belki ellerinde sihirli değnek yok ama işler kötü gidince ne yapıp edip, işleri rayına sokuyorlar. Sezon sonu ise çoğu kez yine aynı kader onları bekliyor: Kovulmak.”
Gördüğünüz gibi hamam aynı, tas aynı değişen sadece hamamcılar. İnanın bu durum sürekli devam edecek.
En doğru sözü de Yılmaz VURAL söylemiş. “Türkiye neyse, kulüpler de o” ama eksik söylemiş. “Biz de öyleyiz” demeliydi.
Teknik direktörlerin derneği olan Türkiye Futbol Antrenörleri Derneği yeterince etkin değil. Etkin olamaması gerek mevzuattan gerekse yapısından kaynaklanıyor. Dernek antrenörlerine yeterince sahip çıkmadığı gibi antrenörler de derneğe sarılmayarak kısır döngüye yol açıyorlar.
Futbol Federasyonun el atması gereken öncelikli konulardan birisi de bence bu. Antrenörler derneğinin Meslek Kuruluşu haline getirilmesi, sürekli eğitim seminerleri yapılması, üyelerin belirli aralıklarla sınava tabi tutulması gerekiyor. Başarının yolu eğitimden geçiyor. Ayrıca meslek etiğine ilişkin kurallar da getirilmeli.
Türk antrönerlerinin genel olarak futbolu bildikleri fakat sevk ve idare yeteneklerinin zayıf olduğunu düşünüyorum. Özellikle de büyük camialarda başarısız olmalarının sebebi yönetim ve organizasyon becerilerinin azlığından kaynaklanıyor. Yönetim kurulları ve basınla olan ilişkilerini iyi düzenleyemiyor, ekip çalışmasına değer vermiyor, mesleğin duayenlerinden faydalanmıyor, futbolcuların psikolojilerinden anlamıyorlar. Oysa her teknik direktörün bilimsel metotlardan yararlanması, hepsinin menajeri olması, psikolojik danışmanlarının bulunması gerekir.
Ama iyi antrenör olmak ta yetmiyor ülkemizde. Belki mükemmel değiller ama Dünya üçüncülüğü unvanına erişen Şenol GÜNEŞ’e, başarısız sayılamayacağı bir dönemde Milli Takımdan kovulan Ersun YANAL’ a haksızlık yaptığımız kanaatindeyim.
Bu da millet olarak bizim ayıbımız.
Bu yazı Aralık 2007 tarihinde gazeteport sitesinde yayınlanmıştır.